Tayin Edici Olan Geniş Halk Kitlelerini Birleştirmek ve Harekete Geçirmektir

Gazete Patika’nın sol-sosyalist kurum ve partilerle yaptığı, ”24 Haziran sonrası oluşan yeni siyasal durum, dengeler ve görevlerimiz” başlıklı röportaj dizisi için verdiğimiz röportajı yayınlıyoruz.

 

Patika:  24  Haziran seçim sonuçlarını nasıl okumalıyız? ‘’Yeni’’ sistem değişikliğinin ideolojik ve siyasal arka planına dair fikriniz nedir?

SMF: 24 Haziran seçim sonuçlarıyla, Türk hâkim sınıfları rejim değişikliğini yasal zemine oturtarak başkanlık sisteminin Türk usulü olan yeni yönetim sistemine geçtiler. Faşizmi maskeleyen göstermelik ve kaba parlamenter sistemi geride bırakarak, ‘’cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’’ diye adlandırdıkları, kuvvetler ayrılığını tekçi, faşist, tek adam sultasında toplayan, keyfiyetçi, hukuksuz, her bakımdan eğreti ve kaba başkanlık sistemi dönemini açtılar. Sistem ve yönetim değişikliği, başkanlığın sultanlık biçiminde düzenlendiği, kuvvetler ayrımının tekleştirilerek ‘’sultana’’ teslim edildiği bu yeni dönem, keyfiyetçi açık faşizmin devlet örgütü niteliğinde kurumsallaşması anlamına geldiği gibi, faşist devletin totaliter-otokratik nitelikte yeniden tahkim edilmesi anlamına da gelmektedir.

Devletin bu nitelikte dizayn edilmesi, sadece Erdoğan’ın kişisel kaygı ve hırslarıyla alakalı olmayıp, esasta uluslar arası sermayenin talan ihtiyaçlarına uygun olarak ve emperyalist sermayenin önündeki bürokratik engel ve prosedürlerin kaldırılarak, bunların oluşturduğu hantal yapıdan çıkarılarak hızlı ve sorunsuz işleyen bir mekanizma olarak düzenlenmesi temelinde gerçekleştirilmiştir. Büyük sermaye tekelleri; sermayelerinin daha rahat dolaşım, daha büyük talan ve sınırsız sömürü serbestîsine kavuşan sermaye etkinliğinin önündeki bürokratik işlemleri devre dışı bırakma temelinde, Türk hâkim sınıfları devletini yeniden yapılandırma sürecine tabi tutmuş, bu süreci tamamlayarak, tüm anahtarları pazarlarının bekçisi olarak tayin ettikleri Erdoğan’ın eline vermişlerdir. Uluslar arası sermaye ile ona bağlı komprador tekelci sermayenin iktidardaki kliği, devlet ve pazarı kontrole alarak, ekonomik-siyasi imtiyaz ve tahakkümlerini daha katılaştırılmış ve kendilerince daha uygun koşullarda pekiştirmiştirler.

Bu dizayn ve yapılandırma durumu şartları, uluslararası sermayeye mutlak itaat, aynı mutlaklık ve uşaklık sadakatiyle büyük sermayenin çıkarlarını koruma görevini zımbalanmış yeni anayasal çerçevede garanti altına almayı ifade etmektedir. Diğer yanıyla,  iç siyasi biçim açısından tek adamın koyu baskıcı ve keyfiyetçi faşist bir dikta yönetiminin tesis edilmesi anlamına gelmektedir. Ve tabi ki, bütün bunlar, uluslar arası sermaye güçleriyle Erdoğan temsilindeki Türk hâkim sınıflarının yukarıdaki çerçevede anlaştıklarını ve Erdoğan sultasına rıza gösterdiklerini, en azından belli bir dönem daha onu kullanmaya karar verdiklerini gösteriyor.

Yeni sistem ile girilen süreç eskisinden çok karmaşık, eskinin çok daha ötesinde ve açıktan sert bir savaş sürecine giriştir ve kurulan kabine ise, Erdoğan önderliğindeki diktatörlükle, yeni bir savaş iktidarının-kabinesinin- dünyaya ilanıdır. Dünya, Ortadoğu ve bunun Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasına yansıyan ekonomik, politik ve askeri şartların köklü değişimin bir sonucu olarak artık Türk egemenliği kendisini eski sistem ile sürdürebilmesinin imkânsızlığı açığa çıkmış oldu. Hem iç gelişmeler ve hem de dış gelişmeler bu değişimi dayattı. Uzun zamandan beri başkanlık sistemine geçilmesini öneren birçok burjuva liderin bir şekilde arzuları yerine getirilmiş oldu. Elbette eski liderlerin başkanlık arzularından çok farklı bir sistem olsa da. Aslında yeni sisteme geçmeyi sadece sultan Tayyip’in şahsi hırsı ile açıklamak görüşümüzce yeterli değildir. Yemin töreni sırasında “sıkıntılar bizi değişime zorunlu olarak götürdü” derken bu lafı Tayyip boşuna söylememektedir. “Devletin beka sorunu” var lafı öylesine söyleniyor değil.

24 Haziran seçim sonuçları bağlamında başta CHP ve İyi Parti olmak üzere burjuva muhalefetin yeni durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

SMF: 24 Haziran seçim sonuçlarıyla Erdoğan’ın iktidar olarak tekrarladığı güçlü pozisyonla gerçekleştirdiği rejim değişikliği ve bunun siyasi tesiri, geniş kitlelerdeki beklentiyi moral bozukluğuna dönüştürüp bir kırılmaya yol açmakla birlikte, esasta seçimlerde yenilgi alan CHP-Kemalist klik içinde yankı buldu. CHP’yi kongre toplama ekseninde iç tartışma ve muhalefet kaosuna sürükleyerek ciddi kırılmalar yarattı. Liderlik tartışması aktüelleşerek gündemini işgal etti, iç muhalefeti tetikleyerek güçlenmesini sağladı. CHP içindeki mevcut muhalefet ve tartışmaların eğilimi, şayet muhalefetin istemleri temelinde bir lider değişikliğine varmazsa veya bu süreç parti yönetimi tarafından engellenirse, CHP’den koparak yeni bir oluşuma gitmenin işaretlerini taşımaktadır. CHP’nin yaşadığı bu süreç aldığı seçim yenilgisinin bir sonucu olmakla birlikte, CHP içindeki eğilimlerin de bir ifadesidir. Daha devletçi, milliyetçi, ‘’sağ’’ ve statükocu klasik Kemalist gelenek ile burjuva ‘’sol’’, ‘’sosyal-demokrat’’ siyaset zemininde yeniden yapılanma eğilimi taşıyan Kemalistler biçiminde bu eğilimleri tarif etmek mümkündür. Kuşkusuz ki, ‘’sağ’’ veya’’ sol’’-‘’sosyal demokrat’’ eğilimler olarak yaptığımız nitelemeler CHP içi burjuva kriterler açısından yapılmıştır. Aksi halde CHP’nin tekçi, faşist- milliyetçi bir devlet ve gerici düzen partisi olduğu, bu niteliğinin faşist olduğu su götürmez bir gerçektir.

Devlet yönetiminde taşlar yerinden oynarken ve komprador tekelci sınıf klikleri istisnasız olarak iktidar imtiyazı için çırpınırken, bu klik siyasi partilerinde suların sessiz akması ve taşların yerinden oynamaması düşünülemez. CHP bu gerçeğin sancılarını yaşamaktadır. Ve bu süreç, yine emperyalist projelerden bağımsız gelişip tamamlanmayacaktır. Alman emperyalizmiyle bağları olan CHP, Alman emperyalizminin projeleri temelinde biçimlendirilecektir. Bu biçimlendirme esasta lider değişimi temelinde vuku bulacaktır ki, yeni liderin adresi alenen görüldüğü gibi Muharrem İnce’dir. Muharrem İnce seçim propaganda mitinglerindeki performansıyla önemli bir zemin yaratarak, liderlik sürecini hazırlayan bir dönem geçirdi. Evet, bu liderlik için bir hazırlık idmanıydı ve amacına ulaştı denilebilir. Elbette bu hazırlanma planı İnce’nin bağımsız tavrıyla sınırlı değil, ilgili emperyalist gücün planıydı. Kısacası İnce CHP’nin başına geçirilmek üzere hazırlandı ve büyük olasılıkla geçirilecektir de.

Muharrem İnce’nin, seçimlerin bittiği akşam kamuoyunun önüne çıkmaması, yenilgiyi kabul eden açıklaması, Erdoğan’ı kutlaması gibi gelişmeler de, onun esas hedef olarak seçimi kazanmak için değil, CHP’nin başına geçmek için plan dâhilinde girdiği bir seçim ve kendini gösterme, liderlik için şartları yaratma süreciydi.

Gelişmelerin gösterdiği diğer bir gerçek ise, İyi Parti’nin maya tutmayacağıdır. Burjuva sağda Erdoğan’a alternatif olabilir düşüncesi ve ümidiyle kurulan İyi Parti’nin küçümsenemez bir oy almasına karşın, beklendiği veya tasavvur edildiği gibi bir alternatif olmayı başaramadığı ortaya çıktı. Akşener’in çekilmesi ile de moral çöküntüsüne girerek dağılmaya yüz tutmuş duruma geldi. Ki, bu süreç ilk ipuçlarını, Bahçeli’ye muhalefet zemininde MHP’den koparak kurulma özelliği de taşıyan İyi Parti’ye ait milletvekillerinin mecliste Bahçeli’nin elini öpmesiyle vermişti. İyi Parti’nin dağılarak, mevcut milletvekillerinin AKP, CHP ve MHP’ye geçeceği öngörülemez bir gelişme değildir.

Mevcut komprador tekelci klik siyasi partileri arasındaki dalaş ve çatışma,  son tahlilde ve özünde temsil ettikleri emperyalist sermaye ya da emperyalist gücün temsilcisi olarak o güçlerin iktidar dalaşını ifade etmektedirler. Bundandır ki, köklü ya da belli başlı her siyasi parti arkasındaki emperyalist sermaye ve güce bağlı olarak varlıklarını, iktidar dalaşlarını sürdüreceklerdir. Elbette aynı odaklarca kurulan veya kurulacak olan ve toplumda karşılık bulan yeni partiler de aynı zeminde varlık gerekçesi bulup iktidar dalaşında boy gösterecektir.

24 Haziran seçim sonuçları düzleminde HDP ve Devrimci, Demokratik toplumsal dinamiklerin durumuna ilişkin siyasal değerlendirmeleriniz nelerdir?

SMF: 24 Haziran Seçimlerinin  demokratik cephedeki kazanımı barajın aşılması ve çıkarılan milletvekili sayısında çarpıcı biçimde açığa çıksa da, kazanım bununla da sınırlı değildir. Seçimler sürecinde yürütülen politik çalışmalar, kitlelerle buluşan politik etkinlikler,  kitlelerin daha da politize olmasına sunulan katkılar, devrimci siyaset ve bakış açısının kitlelere ulaştırılması, demokratik kurum ve faaliyetçilerin yoğun politik atmosfere girerek çalışmalar yürütmesi, tecrübelerin edinilmesi ve kimi somut kazanımların elde edilmesi küçük de görülse diğer önemli kazanımlardır. Ötekileştirilen ve iradesi kırılıp teslim alınarak köleleştirilmek istenen mazlum Kürt ulusunun demokratik iradesinin açığa çıkarılarak inkar ve zulüm karşısına inatla dikilmesine yol açan çalışma önemli bir kazanımdır. Tecrit edilerek susturulmak istenen ve horlanarak ulusal onur ve kimliği çiğnenmek istenen mazlum Kürt ulusuyla dayanışma ve yanında yer alarak milli zulüm karşısında tavır alma sorumluluğuyla yürütülen çalışmalar elbette ki anlamlı çalışmalardır.

24 Haziran seçimleri bir kez daha açıkça göstermiştir ki mevcut gerici faşist iktidarın yarattığı siyasal iklim, kutuplaştırma, korku imparatorluğu ve sömürü düzeni geniş halk kitlelerinde bir öfke ve arayışa yol açmıştır. Bu siyasal ve keskinleşen durumun kendisi  kitlelerde mayalanmakta olan yeni bir dip dalganın zeminini güçlendirmektedir. Bunun farkında olan egemenler her türlü burjuva siyaseti, alternatifi ve zoru devreye sokarak geniş halk kitlelerini tamamen basıtırmaya ve engellemeye çalışmaktadır. ‘’Yeni’’ sistemin kendisini dayatmasının temel siyasal dayanaklarından biride bu gerçekliğin kendisidir. Ki 24 Haziran seçimlerinde geniş halk kitlelerinin bu arayış ve öfkesinin CHP adayı Muharrem İnce etrafında nasıl vücut bulduğu açık bir şekilde kendini gösterdi.

Bu bağlamda ortaya çıkan yeni siyasal durum doğallığında  devrimci ve demokratik güçlerin önüne zorlu ve yeni siyasal görevler ve hazırlıklar koymaktadır. Devrimci ve demokratik toplumsal hareket yeni siyasal sürecin zorunlulukları, çelişkileri ve ihtiyaçlarına cevap olabilecek bir siyasal perspektif ve buna uygun taktikler ve mücadele araçları geliştirmekle yükümlüdür. Bunun önemli siyasal dayanaklarından birinin 24 Haziran sürecinde de somut olarak kendini ortaya koyan ve tüm toplumsal dinamikleri kapsayan geniş bir demokratik mücadele zeminin yaratılmasıdır. Erdoğan diktatörlüğü tarafından sömürü ve zorbalık başta olmak üzere bir bütün susturulmaya ve yaşam alanları gasp edilmeye çalışılan geniş halk kitleleriyle birleşmek ve Erdoğan diktatörlüğüne karşı birleşik bir mücadele zemini yaratarak harekete geçirmek sürecin tayin edici yanlarından biridir.

’Yeni’’ sistem değişikliği ile birlikte emekçiler ve ezilenler açısından ekonomik ve siyasal saldırı ve kuşatma daha da derinleşecektir. Yeni dönemde emekçiler ve ezilenleri bekleyen tehlikeler nelerdir?

SMF: 24 Haziran seçim sonuçları işçi sınıfı ve emekçiler başta olmak üzere bir bütün geniş halk kitleleri üzerindeki sömürü ve zorbalığı daha da derinleştirecektir.  Mevcut gerici siyasal iktidar, emekçilerin ürettiklerini halkın ihtiyaçları için harcamak yerine Kürtlere karşı savaşta harcamaktadır. Yapılan borçlanmalar, satılan kaynaklar, halktan kesilen vergiler vs. elde ne kadar imkân ve olanak varsa, içerde ve dışarda, tümünü Kürtlere ve sömürü sistemine, onun zorbalığına karşı başkaldıran ve mücadele yürüten devrimcilere, komünistlere ve bir bütün halk kitlelerine  karşı yürüttüğü gerici savaşta harcamaktadır. Grevlerin yasaklanması keza bunun için yapılmaktadır. Hükümet, partiler, valiler, savcılar, yargıçlar, belediye başkanları, muhtarlar ve en alttan en üste kadar bilumum devlet örgütlenmeleri bu amaç için seferber edilmektedir. Kendisine karşı olan güçleri “teröre destek sunmak” gerekçesiyle ya tutuklamakta ya da tehdit ederek pasifize etmek istemektedir. Ezilenlere karşı kendisiyle aynı kulvarda yer alan diğer egemen burjuva blok partileri bile bu saldırılardan kendilerini koruyamamaktadır. “Devletin Beka sorunu var” diyerek gericiliğin etkisi altındaki kitleleri din ve milliyetçilikle motive etmeye çalışmaktadır.

Öteden beri Türk egemenlik sisteminin ve gelmiş geçmiş tüm icracı hükümetlerin üzerinde titredikleri “Vatanın bölünmez bütünlüğü ve Milletin Birliği” politikasına bugün için çok daha kapsamlı ve derinliğine değer verilmekte ve ciddiyetle ele alınmaktadır. Türk egemen devlet sistemi için şartlarda ciddi bir değişim olmadıkça, savaş dışında bir seçenek yoktur. Kürt hareketine tasfiye planının uygulanmasını kabul ettirilmesi koşuluyla barış görüşmelerine dönmek gibi bir ihtimal olsa da bugün için esas olan ve kolay değişmeyecek olan şey ezme planıdır. Yani savaş. Bu durum onun Kürdistan’ı ilhak ve işgal altında tutmasında yatar. Terörizm söylemi tamamen ezilen halk kitlelerini manipüle etmekten ibaret bir politikadır.

Bu bakımından devletin tüm kurumlarının ama özellikle de şiddet kurumlarının başına ve tepelerine en güvenilir olanların seçilmesi Erdoğan için çok önem arz ediyor. Bu kurumlarda iç temizliğin devam edeceği ve geçmişte devlet yönetiminde yer almış ama yeni döneme karşı olan tüm güçlerden arındırılması sürdürülecektir. İçerde devrimci-ilerici ve demokratik tüm kurumların ve Kürt hareketinin direnişlerini kırmak ve elden geldiğince nefes alamaz durumuna getirme çabalarına çok daha yoğun biçimde yüklenilecektir. Hak, hukuk, adalet diyecek kesimlerin gözlerinin açılmasına dahi fırsat vermemek ve ezmek şimdiki savaş hükümetinin bir diğer yönelimidir. Alevi çocukları başta olmak üzere asimilasyon derinleştirilecektir. Sultan Erdoğan ne yapıp edip kendisinde toplattığı yetkilerle iç muhalefeti tamamen bastırmak ve dışarıda terörizm olarak adlandırdığı Kürdistan’ın doğuşunu engellemeye çalışacaktır.

Bugün Erdoğan diktatörlüğü içerde ve dışarıda başarılı olabilmek için İslam gericiliği ile ırkçı Türkçülüğün sentezi faşist bir politika ile yürümektedir ve bunu kılcal damarlarına kadar tahkim etmektedir. OHAL kaldırıldı adı altında, başka isimlerle çok daha kötüsü devreye sokuldu. Faşizme bir örtü durumunda olan meclis artık daha önemsiz duruma getirildi. Vekilliklerin düşürülmesine yeni biçimlerle devam edilecektir. İçerde tutuklanmalar, gazete, dergi ve muhalif olarak geride ne kadarı kaldıysa kapılarına kilit vurmaya devam edilecektir. Toplumu gerilere daha fazla götürmek için bunun bir yolu olan kuran kurslarını ve mecburi din derslerini ve bunu mahalle baskısı şeklinde dayatacaktır. Aleviler üzerindeki baskılar; özellikle ilerici-demokratik alevi önderlerini tutuklamaya, bastırmaya özel önem verecektir. Kadınların üzerindeki baskı katmerleşerek devam edecektir. Yaşam  tarzına müdahale keza öyle.

Faşizme yada diktatörlüğe karşı devrimci ve demokratik platformlarda ‘’Birlik, Demokratik Cephe ‘’ vb tartışmalar yürütülmektedir. Bu bağlamda hem bu tartışmalara ve hem de devrimci, demokratik toplumsal dinamiklerin önümüzdeki dönem siyasal mücadele hattı ne olmalıdır? Sorusuna dair çözüm önerileriniz ve perspektifiniz nedir?

SMF: Yeni durumun doğru çözümlenmesi ciddiyetle yapılmalıdır. Durumun doğru çözümlenmesi yapılmadan politika üretmek, taktikler geliştirmek ve mücadeleyi ilerletmek için gerekli önlemleri almak mümkün olmayacaktır. Böyle bir durumda sürece hükmetmek şöyle dursun işler kendiliğinden bir halde yürür ki bu kabul edilecek bir gidişat olamaz. Egemen sınıfların kendi aralarında bazen derinleşen çelişkiler olsa da, esas olarak ezilen halka karşı birlik içinde hareket ettikleri bilinen bir gerçektir. Diğer yandan artan yoksulluk, derinleşen ekonomik kriz  ve diğer sorunlardan kaynaklı halk içinde geniş çaplı bir huzursuzluk var. Bu huzursuzluğu CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin mitinglerinde sokağa çıkan milyonların fotoğrafında gördük. Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın tayin edici şehirleri olan İstanbul, İzmir, Ankara ve daha nice büyük illerinde milyonlarca insanın sokağa çıkması Erdoğan diktatörlüğü şahsında yeni sisteme olan öfkeyi anlatmaktadır.

Bu bağlamda sistem karşıtı oluşan bu öfkeyi örgütlemek ve harekete geçirmek tayin edici bir durum ve siyasettir. Geniş halk kitlelerini  birleştirmek büyük bir maharet ister. Bağımsız siyasal devrimci hattımızı bir an dahi olsun elden bırakmadan  ezilen tüm kesimlerin çığlığının yazılı olduğu sosyalizm bayrağını elimizden düşürmeden; özgür ve bağımsız hareketimizden  asla vazgeçmeden halkı birleştirmeyi başarmak için dostlarına tavizler vermeyi, esnek davranmayı bilmeliyiz. “Hiç taviz yok” yaklaşımı ne kadar keskin görünürse görünsün boş bir yaklaşımdır. Ayrıca bilinmelidir ki “hiç taviz yok” yaklaşımı anarşizmden beslenen ama hayatta karşılığı olmayan bir palavradan ibarettir. Bunun anlamı halk güçleri içindeki yanlış fikirlere karşı ideolojik mücadeleyi tatil etmek değildir. Ve birlik dediğimizde elbette öyle konular gündeme gelir ki o durumda ayrı hareket etmek gerekebilir. Birlik içinde aynı zamanda ayrılık da vardır.  Bağımsız hareket etmek vardır. Birlik bu özel durumları ret etmez.

Diyalektik materyalizm bize kavramları meydana getiren ikili yana işaret eder. Zıtların birliği dediğimiz şey tam da budur. Şayet birliği sıkıca korumak istiyorsak ki istediğimiz açıktır, o halde dost güçler arasında birliği güçlendirecek yöntemle ele almak koşuluyla ideolojik mücadeleyi asla elden bırakmamalıyız. Kendimize karşı da keza amansız olmalıyız. Başkalarının hatalarını nasıl eleştiriyor ve onları hataları konusunda uyarıyorsak, başkalarını dinlemeyi, onlardan öğrenmeyi de bir o kadar bilmeliyiz.

Biz devrimciler ve sosyalistler  sadece geçmişten bugüne kadar bu sistemin şurasından veya burasından sivrilmiş ve can acıtan yanlarını törpülemek için değil, gerçekten dünyamızı yaşanmaz duruma hızla sürükleyen, insanı sefil duruma dönüştüren özel mülk dünyasının bugün ki en iğrenç ve kirli biçimi olan kapitalizmi ve onun yarattığı sınıfları ve onun her türlü örgüt biçimlerini, kültürünü, ahlak anlayışını  kökünden yıkmak için devrim demişiz. O halde devrim ve sosyalizm için görevlerimize sarılalım.

 

Gazete Patika