Bilimde yanılgı payı daima vardır. Bitmiş ve tamamlanmış hiçbir şey yoktur. Her teoride, sentez ve analizde, her plan ve stratejide, her siyaset ve taktikte mutlaka eksiklik vardır. Toz konduramadığımız en ileri teori de bundan muaf değildir. Tamamlanmış hiçbir düşünce, tasarı ya da kurgu yoktur. En bilimselinde bile hata ve eksiklik, tamamlanmaya muhtaç yanlar illa da vardır. Zira değişim ve gelişim sonsuz bir süreçtir, herhangi bir durakta saplanıp kalmaz; ilerleyen tarihe doğru sonsuz yolculuğunu sürdürür. Ve çünkü, bahis konusu teori, analiz, strateji, siyaset, plan ya da program insana, insan bilgisine ve insanın göreli yeteneğine münhasırdır. İnsan yanılır, yanılsamalara düşer; yanılgısız mükemmellikte muntazam bir insan ve insana ait ürün yoktur. Üretilmiş her şey yeniden ve yeniden üretilmeye muhtaçtır.
Doğru, binlerce pratik tecrübeden süzülerek gelen, sosyal pratikte defaatle kanıtlanan, bilimsel deneyimlerle ispatlanan uzun üretim süreci, bilimsel deney ve sınıf savaşımıyla elde edilen izafi gerçektir. Bir mekan ve tarihte doğru olan, ötekinde doğruluğunu yitirir, yitirebilir. Doğru, muhtelif tarihsel evre, norm, standart ve şartlara bağlı olarak ya da bunlar içinde değişir. Sabit ve değişmez tek doğru yoktur. İnsan veya insanın bilimsel çabası, bu sonsuz ilerleyişin her evresinde, bu evrelerin göreli gerçeğinde doğruyu geliştirerek ileriye taşıma zemininde anlamlıdır. Şayet ulaştığı göreli doğruyu dokunulmaz, değişmez ve eskimez bir paradigma olarak algılar, statükoculuğa saplanırsa bilimi dondurur ve kendisi eskiyerek “kullanım” dışı kalır. Yaşam, bir sel gibi bu statükocu insanı-yaklaşımı taşkın selin üstündeki çöpler gibi bir kenara iterek ilerleyişini sürdürür. Bu ilerleyişin önünde bent olma yeteneğine haiz hiçbir kuvvet yoktur.
Binlerce siyasi plan ve programın tarihe karışması, binlerce düşünce ve eylemin yerini yenisine bırakarak ortadan kalkması, sistemlerin eskiyerek yerlerini yenilerine bırakması, gelişen bilim, teknoloji, ilerleyen teori ve pratik, gelişen felsefe ve ideolojiler realitesi gelişim-çelişki yasası temelindeki bu değişim ve hareketliliği ispatlar… Toplumların ilkel aşamadan modern toplum aşamasına ulaşması ve ilerleyişini sürdürmesi hakeza aynı gerçeği açıklar, destekler, olumlar. Diyalektik biliminin tümü bunda nüfuz ve ifade bulur.
Meselelere, sorunlara, gelişmelere, olay ve olgulara bu kavrayış temelinde yaklaşmak ve gelişmeler karşısında bu kavrayışa uygun olarak pozisyon almak bilimsel tutumdur ve doğru olanıdır. Lakin, felsefi ya da teorik doğru farklı ama somut ve güncel pratik gerçek daha farklıdır. Teorik doğru somut yaşam gerçeğinde birebir veya her zaman karşılık bulmaz, bulmayabilir. Dinamik olan yaşam pratiği hızla işler ve teoriyi genellikle geride bırakır. Teori-düşünce onu takip eder, sonradan yakalar; çünkü teori ondan-pratikten çıkar. Ve yakaladığı her an onun ilerleyişinden geri kalmış olmanın ihtiyacıyla daima kendisini tahkim etme, ilerletme sorunuyla karşı karşıya kalır. Ki, hiçbir zaman teori tam manada yaşam pratiğini yakalayamaz, hep onu geriden takip eder… Teorinin, düşüncenin, siyasetin yapabileceği en iyi şey ve göstereceği en üstün yetenek yaşam pratiğini yakalama çabası içinde olmak ve bu hedefle sürekli gelişmeye ayak uydurup değişim perspektifiyle hareket etmektir. Teori, düşünce, siyaset bundan daha mükemmelini yapamaz. Diyalektik işleyiş ve yasalar buna elverir. Diyalektiğin üstünde bir meziyet yoktur. Düşünce diyalektiği ile yaşam diyalektiği bu bağ içindedir, bunu yadsımak diyalektik bilimine terstir.
İnsanın bir kabahati aceleciliktir. Gerçeği değiştirme eyleminde bu diyalektiğe yeterince önem vermez ve istemlerinin derhal gerçekleşmesini ister. Ki, bu, insanın sübjektivizme ve son tahlilde başarısızlığa düşmesinin nedenlerinden biridir. Diyalektik neden-sonuç ilişkisini kurarak bu bütünlük içinde gelişim ve değişimi yaşayıp öngörürken, insan bazen neden-sonuç arası ilişki bütünlüğünü yakalamadan tek yanlı öznelci iradeyle, ihtiyaç olan süreci görmezden gelip muntazam bir ilerleyişi derhal tasavvur eder. Tökezlemesinin en önemli sebeplerinden biri budur; acelecilikten de türeyen sübjektivizm ve diyalektik bilimini kendi dar istemlerine hapsetme ya da öznelci iradesine indirgeme kusurudur bu.
Demokrasi kültürü ya da anlayışının sağlam ve bilimsel olması, kişiyi bencil değil, doğru davranmaya zorlar
İnsanın ikinci bir hatası da kendi yanılgıları karşısında tutucu ketumluk sergileme ve hatalara düşme realitesini yeterince dikkate almamasıdır. Bilim kendisinde yanılgı payı görürken, pratik uygulayıcıların ve eksiklikler taşıması kaçınılmaz olan insanların, özellikle de sorunlar içinde daralıp tepkiselleşen ve dolayısıyla duygusal refleks gösteren şahısların hatalarından hiç söz etmemesi anlaşılır olamaz. Nispeten dar tartışmalar içinde cebelleşen insanın tipik bir eğilimi, hata ve yanlışları ya da kötü olanı hep dışarda ve başkasında arama biçiminde görülür. Keserin ağzı hep kendine dönük olur. Ego ve bencil hırslar bunda rol oynar. Küçük-burjuva kişilik ve ideolojik zayıflık problemi bunun belirgin kaynağı ya da nedenidir. Bu kişilik demokrasi kültürü ve anlayışı bakımından da cılızdır. Demokratik ve objektif olmayı da genellikle becermez ya da tercih etmez. Demokrasi kültürü ya da anlayışının sağlam ve bilimsel olması, kişiyi bencil değil, doğru davranmaya zorlar. Haklarına sıkı bağlılığın aynısını başkalarının haklarında da göstermek sağlam demokrasi kültürüyle de alakalıdır. Hep eleştiren tutum mutlaka demokratik noksanlık taşıyandır. Hep doğru olduğunu düşünen tutum bilimsel olmadığı kadar, demokrasi anlayışından da yoksundur. Demokratik tavır, kendisiyle karşısındakini eşit şartlarda sorgulayan, imtiyaz ve ayrıcalıktan uzak duran tutumdur.
Hep doğru yapmak mümkün değilse, hep yanlış yapmak da iddia edilemez. Doğru da yanlış da birlik halinde bulunur, insanda vücut bulur. Ama hiçbir tartışma veya sorunda, tarafların muhatabını eleştirirken kendisini de eleştirme tutumuna genellikle rastlanmaz. İşte büyük yanlış budur. Doğru gibi, yanlış da çevresinden yalıtık biçimde yerinde durmaz. Yansır, etkiler, etkilenir… İdeolojik hastalıkların komünist partiye taşınmasının bir temeli, aracı ve biçimi budur. Doğru ile yanlış arasındaki temel fark, doğrunun dürüstlüğe, yanlışın iki yüzlülüğe yaslanmasıdır. Şayet bu ortadan kaldırılarak dürüstlükte birliğe-uyuma karar kılınır ise, işte o vakit sorunların çözümü güçlenir… Sorun ve çelişkiler kaçınılamaz süreçler ya da reddedilemez gerçeklerdir. Bilimsel tutum sadece bu sorun ve çelişkileri doğru yöntemlerle ele alma yeteneğiyle anlamlıdır…
Sorun ya da çelişkinin çözülebilmesi için, öncelikle sorunun doğru tarif edilip objektif olarak ortaya koyulmasıyla mümkündür. Sorun doğru tarif edilmeden çözüme ulaşmak ya da çözüm yaratmak olası değildir. Şayet her çelişki ya da sorun aynı zamanda çözümünü de içinde barındırıyor ise, mümkün olan çözümü üretmek tamamen mümkündür. Sorunun çözülmesi ne anlama gelir? Somut sorunun aşılarak bir başka soruna kadar şartlı birlik ya da uyumluluğun sürdürülmesidir. Bu sorun ve çelişkinin çözülmesinin araç ve yöntemleri, bu çözüm sürecinin yol açtığı şartlı birlik ve uyumun sürdürülmesi kolektifleşmiş mekanizmada belirlenmiştir. Her kolektifin ortaklaşmış çözüm yöntemleri, ilkeleri ve hukuku vardır. Örgüt oluşur veya oluştururken, öngörülen bütün çelişki ve sorunların çözümüne dair yöntemler, araçlar ve prensipler de örgütün tamamlayan unsurları olarak saptanıp çarkın dişlerine eklenmiştir. Bu mekanizma birlik ve uyumun sürdürülmesini ilke ve hukuka bağlarken, sürdürülememesinin de şartlarını tarif etmiştir. Bunlar esasta temel ilke ayrılıkları, temel strateji ve program ayrılıkları veya genel siyasi çizgi esasında farklılaşma zemininde vuku bulan gerekçelerdir. Dolayısıyla, bu düzeydeki farklılıkları barındırmayan diğer tüm sorun ve çelişkiler birlik içinde çözülebilir, çözülmesi gereken iç sorunlar olarak tarif edilirler…
Örgüt mekanizması, nüanslar barındıran çoklu bileşenin irade-eylem birliği muhtevasındaki ilke ve kaideler, amaç ve hedefler bileşkesinde tekleşmiş, oldukça kapsamlı ve çok belirleyenli bir denkleme benzetilebilir. Bu denklemin çözüm gerektiren yığınsal sorunları kadar, çözüm gösteren bağlayıcı anahtarı da asgari olarak mevcuttur. Ki, mekanizmanın gerek sorunları gerekse de sorunlara dönük çözüm anahtarları, irade-eylem birliği gösteren nüanslı bileşenin ortaklaşmış tek hukukuna dahil olmakla birlikte, dinamaik bir süreklilik taşırlar. Bunca girift ve çok yönlü problemler barındıran bu mekanizmanın sorunları da kendine has olarak ağır ya da karmaşıktır. Dolayısıyla ilgili mekanizmanın sorunları üzerine yürütülecek tartışmalar da geniş yelpaze ve sürece dizilirler…
Yöntem isabetli olmadan çelişki çözülemez
Karmaşık çelişki ve belirleyenlerle biçimlenen denklemi kesin ve mutlak biçimde çözümek, sosyal meselelerde oldukça zordur. Çözüm, kolektif bileşenin mevcut ortak hukukunun öngördüğü kadarıyla meşru ve anlamlıdır. Bunu öteleyen hak-hukuk arayışları ve bu hukuk dışında tamah edilen yöntemlerin yanlışa çıkacağı bilinendir, bilinmek durumundadır… Canlı mekanizma sürekli sorunlar üretir ve sürekli çözümler gerektirir. Hukukun bu ihtiyaçlar temelinde tahkim edilmesi ve çözüm gücünü kaybetmemesi zaruridir. Yeni sorunlar ve yeni çözümler bir döngü olarak işler ki, bu, sorunları ve sorunların tartışılmasını aktüel tutar. Ne var ki, her denklem belli metotlara muhtaçtır ve belli metotlarla çözülür. Yöntem isabetli olmadan çelişki çözülemez… Örgüt mekanizmasına has sorunlarda, ortak demokratik iradeyle saptanmış olan mevcut hukuk ve metotlar bütünü, geçerliliğini yitirme şartıyla yenisi yapılana kadar geçerlidir ve bağlayıcı olarak kabul edilir. Daha ideal olan bir segment henüz bulunmamış ise, karar kılınan mevcut mekanizma ve yöntemler geçerlidir. Aksi halde somut sorunların çözümü bilinmeze gömülür, somut hiçbir çözümden ve hiçbir bağlayıcılıktan söz edilemez. Bu, kaotik şartlara davet çıkarmaktan başka bir anlam taşımaz. Ortak demokratik irade hukuku, kaotik şartları ortadan kaldırarak onaylanmış ortak düzeni sağlamanın garantörüdür.
İş o ki, hiçbir zaman ortadan tam olarak kalmayacak olan ve değişik nitelik ve zeminlerde gündemde olan, dolayısıyla karşı karşıya kalmaktan sakınamayacağımız sorunları mecrasından taşırmadan, ya da bir kriz ve kaosa çevirmeden doğru yöntemlerle ele alıp çözme iradesi göstermektir. Ne yazık ki, yapılan genellikle bunun tersidir. Sorunları çözme iradesi yerine, sorunları bir hesaplaşma aracına çevirme ya da yalnızca kendi cephemizden yaklaşarak sadece haklılığımızla meşgul olma eğilimi egemen olmaktadır. Bu yaklaşım diyalektik felsefe dışında formel mantığa oturandır ki, “ben haklıyım o haksız”, “ben doğruyum muhatabım yanlış” ekseni dışına çıkamamaktadır. Kuşkusuz ki, her süreçte bir doğru, bir de yanlış vardır; daha doğrusu yanlışlar ve doğrular vardır. Bu ikisinden biri esas diğeri talidir; hepsi bu. Mutlak doğru, mutlak haklı diye bir şey yoktur. Şayet sorun gericilikle aramızda ya da siyasi sınıf düşmanlarımızla bizler arasında ise, veya bir ilke, ideoloji ve dünya görüşleri arasında ise, doğru ile yanlışı net yaklaşımlarla değerlendirip mahkum etmek doğru olur. Fakat, pratik örgüt sorunlarında, güncel siyaset ve somut anlayışlar meselesinde durum bu eksende ele alınamaz. Şayet alınırsa buradan çözümsüzlük çıkar, büyür.
Bizlerde yaşananlar ekseriyetle örgütsel sorunlar, pratik meseleleri, alışkanlık ve davranış problemleri, somut siyaset ve anlayış uyuşmazlıklarıdır. Ve bizlerde bu sorunlar bazen sınıf mücadelesinin önüne çıkarılırcasına büyütülüp esas sorunlar haline getirilerek tartışılırlar. Çözüm de bu zeminde aranır ya da dayatılır. Handikap buradan doğar. Doğar çünkü bizlerde sorunların tartışılması veya ele alınması bununla da yeterli kalmaz. Kişisel kaygı ve hırslar, kişisel beklenti ve istemler, kolektifin önüne çıkarılan kişisel hesaplar, en küçük sorun ya da çelişkiyi kabartarak büyütme ve temel bir sorun haline getirmenin unsurları olarak harekete geçer, devreye girerler. Böylece tartışılmaması gereken ve hatta desteklenerek ilerletilmesi gereken çalışmalar eleştiri adı altında masaya yatırılarak bura özerinden bir keşmekeş yaratılır. Zira, tartışma veya eleştiri denen şeyler en geniş kesimlere, ilgili-ilgisiz her yere yayılır. Bu keşmekeşten çıkmak da haliyle zorlaşır. Daha da önemlisi dedikodu pireyi deve yaparcasına hoyrat yürütülür ve objektif olarak olumlu çalışmalar baltalanıp, teşhirle tahrip edilirler.
Tekrar etmekte fayda var ki, iş yapmayanlar toplamı, dedikodu, karalama, teşhir ve son tal-hlilde yıkma eylemleriyle bu sürecin mimarları olarak sahnede olurlar. Her tartışmada, her eleştiride, her teşhir, her dedikodu, her yıpratma ve bozma eyleminde aynı simalar değişmeden yer alırlar. Bu rastlantı olmadığı gibi, dikkat çekicidir de. Dikkat çekmektedir çünkü, aynı simaların istikrarlı olarak hep aynı pozisyonda olması, bir tek çalışmayı ve süreci olumlayıp yanında yer almamaları; bilakis karşısında yer almaları tesadüf olamaz. Diyelim ki bunlar, devrimci çalışmaların zayıflığından rahatsız oldukları için kronik muhalefet tavrına düşmektedirler, bu durumda, bu zatların demokratik çalışma alanlarındaki başarıları yerip zayıflatma çabalarını, hem de gayretkeş çabalarını nereye koyabiliriz? Dahası, madem bu denli duyarlı ve devrimci duygular taşıyorlar ise, bunların elini-ayağını tutan mı var? Neden keskin eleştirilerine uygun tutarlıkta bir pratiğe girmemektedirler?
Devrimci çalışma yürüten kadroların hedef gösterilerek teşhir edilmeleri, örgütsel çalışma ve demokratik kazanımların hedef alınarak zayıflatılması hangi devrimci duyarlılığa sığar, hangi sorumlulukla bağdaşır? Örgüt, pratikte veya somutta kadrolarda temsil bulur. Çalışmaları, kazanımları ve değişik niteliklerden kurumları örgütü yansıtırlar. Kararları, politika, siyaset ve stratejisi örgütü tanıtır, ifade ederler vb. vs.… Dolayısıyla bütün bunlar karşısında alınan pozisyon örgüte ve devrime karşı taşınan sorumluluğu belirler. Eğer pozisyon negatif ise, devrimci sorumluluk ve tavırdan söz edilemez. Ama bahis konusu zatlar, bütün gerçekliklerine karşın kendisine toz kondurmaz ama devrimci çalışma yürüten kadro ve militanları aymazca yermekten geri durmazlar.
Bu eleştiri bağlamında atlanamaz bir sorun da bu dedikodulara, bozguncu eğilimlere, yıkıcı eleştiri tarzına ve bazen de kişisel hırs güderek bencil hesaplaşma yürüten ve dürüst olmayanlara kullanabilecekleri malzeme veren zaaf ve hatalarımız ya da yürütülen bu olumsuz yaklaşımlara sessiz kalarak pirim veren eksikliklerimiz olduğunu görmek durumundayız. Yani bizzat bu olumsuzluklara düşmüyor veya bunları yapmıyor olabiliriz. Fakat hatalı yöntemlerle yürüttüğümüz tartışmalarla gereksiz yerlere ve ortalığa bilgiler dökerek dedikoduların yapılmasına yardımcı olmakta, bozucu davranış ve kültürün üzerinde tepineceği malzemeleri bizzat elimizle vermekteyiz. Dolayısıyla tartışmalarda, eleştirilerde, ideolojik mücadelede ve örgütsel meselelerin ele alınıp çözülmesinde doğru yöntemlere sadık kalmamız, yatay ilişki ve bilgilerin gereksiz yerlere ya da muhatapların dışına taşırılmamasına dikkat etmemiz gerekmektedir. Kimi yoldaşların kavrayışsızlıkla bu hatalara düştüğü söylenebilir ancak kimi yoldaşların da adeta kriz ortamını fırsata çevirerek kişisel hesapları uğruna hatalara düştükleri bir gerçektir. Yani, olumsuzlukları yapanlar kadar, yapılmasına vesile olan ve dolaylı-dolaysız yardımcı olanlar da olumsuz rol oynamaktadır. Bu bağlamda her yoldaş, işleyiş ve disipline bağlı kalmalı, örgüt kültürü ve tavrına uygun davranmaya özen göstermelidir. Ne yazık ki, kişisel hesap ve bencil kaygılarla hatalar yapıp olumsuzluklara zemin sunarak yardımcı olan yaklaşımlar da mevcuttur. Bizler hata yapan veya olumsuzluklara düşen yoldaşlarla yapıcı temelde ve iknaya dönük çabalar çerçevesinde kazanmaya dönük ideolojik mücadele yürütmeyi benimsemekteyiz. Hatalar yapan yoldaşların kazanılması esastır. Ancak hatalarında ısrar edip onları sistemli davranışlarla büyütenlere karşı da mücadele etmekten sakınmayız…
Bizler bütün bunlara sınıf mücadelesinin bir yansıması olarak anlam yükleriz, daha fazlasını değil. Ama sınıf mücadelesinin en zor biçimlerinden biri olduğunu da unutmayız. Bu tarih sadece bizlerin yaşadığı değil, tüm sınıf mücadeleleri tarihinin tanıdığı gerçektir. Bizler, sınıf mücadelesinin tüm zorluklarına gönüllü olarak göğüs germeyi yeğleyenleriz. Bizlere karşı mücadele edilmesinden şikayet etmiyor, sadece hatalı anlayış, davranış ve özellikleri bir çizgi sakatlığı olarak deşifre ediyoruz, edeceğiz. Hepsi bu.
Halkın Günlüğü Gazetesi/ Perspektif